top of page
Esra ASLAN

GÖK KUŞAĞINI GEÇERKEN

Güncelleme tarihi: 24 Mar 2021

Zaman geçtikçe gözlerimiz dolu dolu geçmiş yıllara bakıyor ve hiç de hayal ettiğimiz gibi yaşamadığımızı görüyoruz.bu da bizi daha da yoruyor.hem yılların ağırlığı, hem yaşlanmanın ağırlığı,hem yaşanan onca şeylerin yürek yorgunluğu bizim artik yıllara ve geleceğe umutsuz , süzgün ve bezgin gözlerle bakmamıza neden oluyor.bakıyoruz artık fersiz ve neşesiz gözlerle. gökkuşağı

Tasavvuf da olmasa insan çıldıracak gibi oluyor. Düşündükçe delirmek, delirdikçe zıvanadan çıkmak ve zıvanadan çıktıkça akli selime geri dönmek. Bu da bir yaşanmışlık hali. Bu akl-ı selime geri dönmek de insanın kendini tekrar bulması ve sınırları ne kadar zorlarsa zorlasın hiç bir şeyi kendisinin değiştiremeyeceğini görmek ve tekrar isyan edip kaçılacak ve tekrar sığınılacak yerin bulunması. Birlerde, nurlarda kaybolması aklın sınırını zorlayarak akılda akılsızlığı, akılsızlıkta akli bulmak.nedir bu yarabbi.düş sağanağı, çile yorganı ve acılı ve bir o kadarda lezzet veren gözyaşı sicimleri içinde gazap denizinde ve rahmet deryasında boğulmak.yorulmak yoruldukça daha da yorulmak ve yorulmak da dinlenmeyi bulmak.Mevlana gibi yanmada yaratanı bulmak.yaratanı bulunca onun ateşinde yanmanın zevkini tatmak.yaradan da yok olmak.acıların son bulması ama ask acısının en şiddetlisiyle karsılaşarak hem yeniden yanmak ve yeniden yanmanın zevkini tatmak.ballar deryasında balın tadını unutup tekrar alınca kendini yeni doğmuş gibi hissetmek ve olanca yaşanmışlığı tekrar yaşamak , her şeyi unutarak.bunca yaşadığı şeyleri unutup çocuk hafızasına dönerek yeniden yepyeniden yaşamak…

Ta hayatın başında ölümü tadıyoruz. Doğmak ölmektir aslında hepimizin bildiği gibi. İlk dünyamızdan buraya ayak bastığımızda ve ilk çığlığımızı attığımızda ikinci ölümümüzü yasamışız demektir. İlk ölümümüz ruhlar âleminden çıkışımızdı. Oradan başka bir dünyaya atıldık. Rabbin yanından anne karnına kovularak bir çeşit ilk ölümümüzü yaşadık. İlk canımızı verdik. İkincisini ise anne karnındayken dünyaya nefes verip çılgınca bağırarak yaşadık. Ağladık kendi halimize. Bizim arkamızdan anne karnından çıkarken ağlayacak kimse yoktu. Onun için kendimiz ağladık halimize. Kendi ölümüze kendimiz ağıt yaktık. Tek kişilik ve fazla gürültü çıkartmayan bir koro ile. Biz kendimiz koroyduk. Ama ancak tek kişilik koroyla o kadar gürültü çıkarabildik. Daha sonra yeniden başladık üçüncü hayatımıza. İlk ikisinde bulamadığımız şeyleri ve yepyeni şeyleri yapmak için yaşamaya. Ne garip değil mi? Bizim doğarken yasadığımız ölüme hayat diyorduk. Hâlbuki hayat bizim için doğarken bitmişti. Ama öyle değilmiş. sil bastan bütün sınırları zorlayarak bir hayat sürmek gerekiyormuş. ya aklımız erdiğinden, ya da önceki yaşam ve ölümlerimize aklımız ermediğinden bu defaki yaşam denilen şey bize daha bir zor gelmeye başladı. İlk yaşlarımızda, ilk yıllarımızda, saçlarımıza ak tellerin düşmesine uzun yıllar varken sanki her şey bir sırça saray içinde pembe terlikler ve saten gömleklerimizle bize sunulacak sandık gençlik ve cahilliğin verdiği duygularla. Ama deli akan kanlarımız yıllara meydan okuyamadı ve gün geçtikçe bedenimiz gibi hayallerimizde yaşlandı. Artik yüreğimizi heyecana sevk etmiyor ve onu ürkek bir serce gibi pırpır ettirmiyordu. Deli akan kan pıhtılaşıyor, rüzgârlara savurarak yıllara meydan okuduğumuz zamanlar gözbebeklerimizde ve gözlerimizin kenarlarında yağ dokuları oluşturuyordu. Anlamaya başlamıştık artık fani dünya kelimesinin anlamını. Bizden öncekilerin iç geçirerek söyledikleri ah yalan dünya, fani dünya cümleleri yavaş yavaş bizde de anlamını bulmaya ve yılların yorduğu göğsümüzden derin nefeslerle çıkmaya başlıyordu. Ah yalan dünya. Bu kelime hiç ağzımıza dilimize düşmezdi. Biz ona tenezzül etmezdik, o da bizi zaten çok cahil bulurdu. Yavaş yavaş cümleyi söyledikçe cümle de bizi sevmenin yollarını bulmaya başladı. Belki de biz onu sevmeye başladık, o da bizim bu

ilgimizden hoşlanıp bizim ağzımıza yakışmaya başladı.Ve biz belki de artık hayatın anlamını anlamaya başladık

1 görüntüleme0 yorum

Comments


bottom of page