top of page
  • Esra ASLAN

GÜNEŞ DİL’İN DOĞUŞU VE BATIŞI

Güncelleme tarihi: 24 Mar 2021

Teoriler, olanca bilimsel tınılarına rağmen çoğu zaman oldukça ideolojik bir muhteva ve işleve sahiptir. Güneş Dil Teorisi, bunun en parlak numunelerinden biri. Dostlarınca dahi “Kemalist aşırılık” olarak tanımlanacak bu faraziye, hangi gayeye matuf imal edilmişti veya hangi şartların mahsulüydü? Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin dil mühendisliği, ne kadarıyla araçsal, ne oranda bilimseldi?

Dil tezini tarih teziyle, Kemalizm’in ana karakteri ve bütünselliği içinde ele almak gerekir. Mazisi Batı’yla canhıraş savaşlarla dolu, Kurtuluş Savaşı’yla kurulmuş bir ülkenin Batılılaşma hevesi, aşılması güç ideolojik ve psikolojik engellerle karşı karşıyaydı. Batı’ya rağmen Batıcı duruşun ikircikliği, halka rağmen halkçı duruş ikilemiyle iyice ağırlaşıyordu. Batılılaşma ve uluslaşma ideali, sekülerleşme hayaliyle erişilebilecek bir Kızıl Elma’nın iki yarısıydı. Güneş Dil Teorisi, tam da bu açmazlar karşısında çıkış yolu arayan pragmatist elitler için bir kurbağacık işlevi görebilirdi.

Harf devrimiyle girilen yolun hedefinde Batı’ya erişme ve bağlanma vardı. Kemalistlerin öz Türkçeciliği dilin arındırılması özlemini sahiden barındırmıyordu. Batı menşeli kelimelerin kayırılması, Arapça ve Farsçanın maruz kaldığı sıkıyönetimden muaf tutulması neyin göstergesiydi? Bu çifte standardı eleştiren Sadri Maksudi Aral’ın “gözden düşmesinin nedeni” başka neydi ki?

Geri kalmışlık hissiyle malûl bir iktidar sınıfının bir an evvel eziklikten sıyrılmak için tutamaklara ihtiyacı vardı. Batı’nın kibrine karşı “Türk dili, Taş ve Maden devrinde kültür kelimelerini göç yolu ile yeryüzündeki dillere yayan kadim büyük bir kültür dilidir” demek ferahlık sağlayabilirdi. Burada vurgulanan Türkçeyle Batı dilleri arasındaki bağdı. Türkçenin ana dil oluşu, Batı’yı yavrulaması bakımından önemliydi. Diğerleri üvey evlattı.

Anadolu’nun uygarlıkların beşiği oluşunun öne çıkarılmasıyla benzer bir arayıştı bu. Antik Yunan’la böbürlenen yakın düşman karşısında eli güçlendiren bir şeydi. Bu yüzden, 1925’te Mustafa Kemal “Türk, öğün, çalış, güven” diyorken 1933’te “Ne mutlu Türk’üm diyene” noktasına gelmişti.

Güneş Dil Teorisi, Avrupa-merkezci tezler karşısında bağımsız bir dik duruş olarak okunamaz mı? İlk bakışta böyle bir intiba edinmek mümkün. Ancak onun Doğucu veya Üçüncü Dünyacı milliyetçiliklerle hiçbir yakınlığı yoktur. Milliyetçi akımlar Batı’yla aralarındaki kültürel farklılıkları öne çıkarmaktayken Kemalizm tam tersini yaparak muhayyel ortaklıkları vurgulama arzusundaydı.

Nitekim Falih Rıfkı Atay, Mustafa Kemal’in “denizkızı mitine” inanmadığını söylemiyor muydu? “Gerçekte ya balık vardır ya da insan.” Mustafa Kemal, hem Batılı hem Doğulu olmak şeklindeki bir ara durumu reddediyor, nereye ait olduğunu kesinkes karara bağlıyordu.

O, Osmanlı ve İslamî geçmişini inkâr ederek Batı’nın şimdisine dâhil olma çabasının gurur kırıcı doğasını görebiliyordu. Batıcılığı yabancı bir kültürün dayatılması olmaktan çıkarmak için bir formül gerekiyordu. Batı’yı öteki olmaktan çıkaracak bir formül. Batı Türk’ün özünün bir yansıması olunca, Kemalizm de Batı taklitçiliği olmaktan el çabukluğuyla çıkmış oluyordu.

Mustafa Kemal’in meselesi ortak bir kimlik inşa etmek değildi. O, Batılı değerleri içselleştirecek bir kimliğin peşindeydi. Hıristiyan Batı’ya karşı Müslüman Türk’ün İslam’la coşturulduğu günler geride kalmıştı. İslam, Türklüğün geri kalmasının sebebi olarak görülüyordu artık. İslam öncesi dönem ne kadar parlatılırsa İslamî mirasın reddi o kadar meşru ve makul sayılacaktı. Dil tezinin tarih tezine teyellendiği nokta tam da burasıydı. “Türk Tarih tezinin açtığı âlemsarar geniş ufuk, Türk Dil tezinin âlemsararlığını hazırla”yacaktı.

İslam’dan kopuş büyük bir boşluk doğurmuştu. Bunu en iyi gören Mustafa Kemal’di. 1929’da Ruşen Eşref’e “manevi potansiyelimizin bataryalarında bir boşluk” olduğundan yakınırken bunu kast ediyordu. Güneş Dil Teorisi boşluğu doldurabilir, alternatif bir manevi batarya sunabilirdi.

Bu salt bir moral ve etik arayışı değildi. Dönemin havası da buna uygundu. “Çağın büyük tutkusu” ırkçılık, Avrupa’yı kasıp kavuruyordu. 1930’lu yıllarda yükselişe geçen Nazi dalgası Kemalist kadroların kanını kaynatıyordu. Her yanda dilin ve dillerin kökenine dair çalışmalar yapılıyordu. Sovyetlerde bile Türkoloji kongreleri tertiplenirken Türkiye Cumhuriyeti bu yarıştan geri kalmamalıydı.

Geri kalmışlık, geç kalmışlık duygusuyla yarıştığından ellerini çabuk tutmalıydılar. 1932’de başlayan Dil Devrimi, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’yle kurumlaştı. Dil Kurultayı’na çok sayıda yabancı da çağrıldı. Atatürk’ün Dilaçar soyadını verdiği Agop Martaryan da Sofya’dan özel çağrılmıştı. Tek aykırı ses Hüseyin Cahit Yalçın’a aitti; onu da bastırmak için Mustafa Kemal, Samih Rıfat Bey’i hasta yatağından kaldırarak kürsüye çıkarmıştı.

Alınan kararlar Cumhuriyet’in jakobenizmiyle gayet uyumluydu. Tepeden inmeci yeni bir dil yaratma iradesi, mantıkî sınırları zorlanıncaya dek uygulamaya konacaktı. Daha zengin bir dil yaratma adına girişilen operasyon, dilin budanmasına ve yapaylaşmasına dönüşmüştü. Bu dönemde Mustafa Kemal’in yazılı konuşmaları, yazarının bile anlamakta güçlük çekeceği uydurukça bir söz yığını olarak ibretle kayıtlara geçmekteydi.

1936’daki 3. Dil Kurultayı Kvergic’in gölgesinde geçti. Türk Dillerindeki Bazı Ögelerin Psikolojisi adlı kitabını Avrupa’da bastıramayan filolog, bir dosya hâlinde Mustafa Kemal’e yollamıştı. Mükemmel bir zamanlamayla Kvergic, Türkçenin başka dillerle akraba olabileceğine dair bir fikir ortaya atıyordu. Mustafa Kemal, bunu aradığı müttefik olarak gördü ve yazarının kastının çok ötesinde bir tezi temellendirmek için kullandı. Aynı şeyi takipçileri, Sovyet dilci Nikolai Marr için de yaptı. Dilin kaynağına ilişkin monogenesist tezi ekseninden saptırarak Orta Asya’ya ve Türkçeye indirgediler.

Şu var ki, Güneş Dil Teorisi, bunlardan önce zaten piyasaya çıkmıştı. İlgili yazılar, Atatürk’ün kurduğu Hakimiyet-i Milliye gazetesinde çıkıyordu. Gazete daha sonra Ulus adını alacaktı. “Gazetemize Ulus adını da o verdi. Adımız andımızdır. Atatürk’ün ulusçuluk yolunda yürüyeceğiz” diyen gazetenin 22.11.1935 tarihli nüshasında adı ilk kez duyuruldu.

Ulus, o ay içinde Atatürk’ün 21 yazısını yayımlamıştı. Fakat yazılar, “kendileri isimlerinin ilanını arzu buyurmadıklarından” imzasız çıkmıştı. Bu yazılarında Atatürk, birtakım ses benzerliklerinden hareketle farklı dillerden birçok kelimenin Türkçe olduğunu ispatlamaya çalışıyordu. Botanik Bitki ile, Sosyal Soy ile açıklanabiliyordu sözgelimi. “Millet, ulus, devir, zaman, hâdise, ehemmiyet, düstur, hatıra, ihtar, hakikat, defa, ümit, kuvvet…” aslında hep Türkçeydi.

Mesela Sabah için şunları söylüyordu: “Bizim senelerden beri Türk (sabah)ını, kendi dil hazinemizden matrut bir hâlde bırakışımız, dikkate değer bir noktadır. Acaba (sabah)ın büyük bir kusuru mu oldu? Bunu bilmiyoruz. Öyle de olsa artık Türk dil inkılâbı şerefine onun affolunarak yabancılık isnadından kurtarılması gerekir, sanırız.”

Kendisi de Kemal adını, Türkçede kale manasına geldiğini söylediği Kamal adıyla değiştirmiş, ölene dek bu adı nüfus cüzdanında taşımıştı. CHP de kurultaylarda Kamalizm ilkeleri diye ona atıf yapıyordu. Aynı devirde Etibank, Sümerbank kuruluyor, Sümerlerin, Etrüsklerin Türk oldukları Atatürk’ün telkinleriyle ilan ediliyordu. Keza eski uygarlıklarla güneş dil arasındaki bağı bulup getirmesi için Tahsin Mayatepek Meksika’ya gönderiliyordu.

Resmî görüş furya hâlini almıştı, karşı durmak kolay değildi. Ali Canip Yöntem, “Paşam, emrediniz ellerimi kestireyim fakat güneş dil teorisini kabul edemem” deme cüretinde bulunmuştu ama iki gün geçmeden Ulus gazetesinde üç nüsha yazı döşenmek zorunda kalmıştı.

Bu kadar iddialı bir teori, şu kadar basit bir akıl yürütmeye dayanıyordu: İlk insan için en belirgin nesne güneşti ve ona bakarak çıkarabileceği ilk ses “A” idi. A’lar yan yana gelerek “Ağ” hecesi oluşturmuştu ve bu Türkçeydi; dolayısıyla güneş-dil oydu ve tüm diğer diller ondan köken almıştı… Kamalist teorinin kökeni işte buydu.

Teorisi ölü doğmuştu, kendisi ölünce onunla birlikte defnedildi. Tarihte bu kadar çabuk terk edilmiş çok az teori vardı. TDK yöneticisi, Selanikli İbrahim Necmi Dilmen, DTCF’de verdiği Güneş Dil Kuramı dersini kaldırmış, sebebi sorulduğunda da, “Güneş öldükten sonra onun teorisi nasıl hayatta kalabilir?” demişti.

Teoriye hiçbir zaman inanmadığını Mustafa Kemal’in ölümünden sonra ifade eden Falih Rıfkı, ilginç bir rivayette bulunmaktadır: “Bir akşam Atatürk, sofra bittikten sonra, benim, yanı başındaki iskemleye oturmamı emretti: ‘Dili bir çıkmaza saplamışızdır’ dedi. Sonra: ‘Bırakırlar mı dili bu çıkmazda? Hayır. Ama ben de işi başkalarına bırakamam. Çıkmazdan biz kurtaracağız’ dedi. (…) İstiyordu ki, Türkçede mümkün olduğu kadar çok kelime bırakalım, ancak bu kelimelerin Türkçe olduğunu da izah edebilelim.”

Buna göre teori, öz Türkçe adına dilin sokulduğu açmazdan kurtulması için başvurulmuş bir çareydi. Gerçi Mustafa Kemal buna cidden emek vermiş ve inanmıştı ama fiiliyatta işlevi ilk açmazı aşmaktan ibaret kalmıştı. Dildeki tasfiyeciliği durdurarak Türkçenin daha fazla hırpalanmasının önüne geçmek gibi bir hayra vesile olmuştu. Zira dünyadaki bütün kelimeler zaten Türkçe değil miydi?

Dile rağmen yeni bir dil yaratma denemesinin akıbeti Kemalistler nezdinde şaibeliydi. Ahmet Cevat Emre, Atatürk’ün kendisine şöyle dediğini söyleyecekti: “İki şeyde inkılâp olmaz: Dilde ve musikide!” A şunu bileydiniz demeyecekti ama kimse.

Güneş Dil Teorisi, seküler bir ulus inşasında ocağa atılmış yaş bir oduna benzetilmiştir. Beklendiği şekilde alev alev yanmamış, ateşi harlamamıştır. Hâlbuki dilimizin de dillerin de kökenine dair daha ilmî bir düşünme seviyesi, aranan saygınlığı daha fazla temin edebilirdi. Türkçenin Sümerceyle ilişkisi, Hint-Avrupa dilleriyle etkileşimi daha serinkanlı ve derinlikli biçimde irdelenebilirdi. O zaman Türkçe belki tüm dillerin anası olmayabilir ama hak ettiği mümtaz konum tescillenebilirdi.

1 görüntüleme0 yorum
bottom of page